15 TEMMUZ SONRASI BAŞVURULAR VE AİHM’İN ÇOKLU STANDART YAKLAŞIMI
- Ana Sayfa SliderHAAKRaporlar
- Haziran 12, 2022
- 22 Dakika Okuma Süresi
15 TEMMUZ SONRASI BAŞVURULAR VE AİHM’İN ÇOKLU STANDART YAKLAŞIMI
Raporu Hazırlayan:
CBJ Hukuksuzlukları Araştırma ve Analiz Kurulu (HAAK)
RAPOR PLANI
GİRİŞ
İDDİA EDİLEN FETÖ/PDY BAŞVURULARINDA KULLANILAN DİL İLE
DİĞER MAĞDUR KESİMLERİN BAŞVURULARI ARASINDAKİ FARKLAR
AİHM FETÖ/PDY İDDİALI DAVALARDA İHLALLERİ KİŞİSEL
TUTMAYA ÖZEN GÖSTERMEKTE, YAPISAL İHLAL VERMEKTEN
KAÇINMAKTADIR
18. MADDE İHLAL İDDİASI KARŞISINDAKİ TUTUM
ADİL TATMİN KARARLARININ FARKLILIĞI YÖNÜNDEN
RAPORUN PDF FORMATI: 15 TEMMUZ SONRASI BAŞVURULAR VE AİHM’İN ÇOKLU STANDART YAKLAŞIMI
RAPORUN WORD FORMATI:15 TEMMUZ SONRASI BAŞVURULAR VE AİHM’İN ÇOKLU STANDART YAKLAŞIMI
GİRİŞ
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, diğer uluslararası yargı kurumlarına kıyasla, özellikle bireysel hak ve özgürlükleri yine bireysel başvuru ile arama hakkını tanıması yönünden çok daha ileri bir yapılanmadır. Bu kurum yarım asrı aşan bir içtihat birikimine sahiptir.
Türkiye Avrupa Konseyinin Kurucu üyelerinden olması nedeniyle AİHM’e bireysel başvuru hakkını tanıyan ülkelerdendir. Ancak devlet otoritesi ve kişi özgürlükleri dengesinde modern demokrasiye aykırı yaklaşımları nedeniyle AİHM içtihatlarının yarısından fazlasına konu olabilmeyi başarmıştır.
Ancak özellikle 15 Temmuz sonrası başlayan resmi adıyla soruşturma ve yargılamalar tam tarifi ile cadı avı, AİHM’i mevcut yapılanması ile başa çıkamayacağı bir iş yükü altına sokmuştur ki; bu hâkim ve savcılar hakkında verdiği Turan ve Diğerleri /Türkiye kararında açıkça ifade edilmiştir.
Bu sürecin AİHM’in zaten az olmayan iş yükünü, getirdiği aşırı yükün baskısı altına aldığı anlaşılabilir. Ancak AİHM’in özellikle 90’lı yıllar tecrübesini hiçbir güncellemeye tabi tutmadan aynen bu süreçteki başvurulara uygulaması ve bunun doğurduğu çoklu standartlar kesinlikle anlaşılamaz ve kabul edilemez.
AİHM 15 Temmuz sonrası yargılamalarda kamu kurumlarında çalışan ve dolayısı ile hükümetin, “bunlar “FETÖ/PDY” örgütünün devlete soktuğu örgüt elemanları” tezinin muhatabı olan kişiler hakkında neredeyse iddiaları haklı gören bir yaklaşım izlerken, mevcut hükümetin hazır başlamışım bütün muhaliflerin hakkından geleyim kararı ile mağdur ettiği, kürt siyasi hareketi ve gezi eylemleri gibi sol tandanslı hareketlere karşı daha korumacı bir tutum izlemektedir.
Bu iddia ile ilgili tam kitap bile yazılabilir ancak bizim amacımız sadece dikkat çekmek olduğundan somut AİHM kararlarına dayanan bir örnekle yetineceğiz.
İDDİA EDİLEN FETÖ/PDY BAŞVURULARINDA KULLANILAN DİL İLE DİĞER MAĞDUR KESİMLERİN BAŞVURULARI ARASINDAKİ FARKLAR
1- AİHM, siyasi mücadelenin yanı sıra silahlı mücadeleyi de reddetmeyen ve bunu kuruluş metinlerinde ve kurultaylarında açıkça ifade eden PKK (Kürdistan İşçi Partisi) nin bizzat lideri Abdullah Öcalan hakkındaki başvuruda (ÖCALAN v. TURKEY (Application no. 46221/99) başvurucuyu tanıtırken şu ifadeyi kullanmıştır.
“The applicant was born in 1949 and is currently being held in İmralı Prison (Mudanya, Bursa, Turkey). Prior to his arrest, he was the leader of the PKK (Workers’ Party of Kurdistan).” Tutukluluğundan önce Kürdistan İşçi Partisi Lideri idi.
Burada bu yapı hakkındaki terör örgütü iddiası hükümetin iddiası olarak dahi ifade edilmez iken FETÖ/PDY iddiası olan özellikle kamu görevlileri hakkındaki ifade genel olarak şöyledir:
“8. The day after the attempted military coup, the national authorities blamed the network linked to Fetullah Gülen, a Turkish citizen living in Pennsylvania (United States of America) and considered to be the leader of an organisation referred to by the Turkish authorities as “FETÖ/PDY” (“Gülenist Terror Organisation/ Parallel State Structure”)”. CASE OF BAŞ v. TURKEY (Application no. 66448/17). Türk yetkili kurumlarınca “Gülenci Terör örgütü /paralel devlet yapılanması” olarak adlandırılan ….
Bu yaklaşım Hakan Baş. Alparslan Altan, Turan ve Diğerleri gibi kamu görevlilerinin kararlarının tamamında benimsenmiş bir yaklaşımdır.
2- Kullanılan ifadelerde tercih edilen kelimeler dahi farklılık arz etmektedir
Örneğin yukarıda ifade edilen Öcalan kararında hükümetin tezleri “government contested” veya “Government argued” hükümet iddia etti, hükümet öne sürdü gibi ifade içeriğinin kabullenilmediğini ifade eden bir jargon tercih edilirken diğer kesimin davalarında “government submitted”, “government stated” hükümet ….sundu, hükümet….. ifade etti, gibi savunma içeriklerinin benimsendiğini belirten ifadeler tercih edilegelmektedir.
3- Normal başvurularda hükümetin iddiaları bazen tek paragrafla hükümet başvurucunun iddialarına karşı çıktı gibi genel bir ifade veya bir paragrafla özetlenirken Alparslan Altan, Baş, gibi kararlarda tüm olaylar “facts” kısmı hükümet savunmasının kopyala yapıştır versiyonu olarak karara alınmıştır. AİHM, karar gerekçesini yazarken açıklamalarını başvurucunun durumunu ilgilendirebilecek bilgi ve belgeler çerçevesinde ele alır ve gereksiz anlatımlara yer vermez. Fakat bu kararda öyle anlaşılıyor ki AİHM’de İktidarın savunma tuzağına düşmüş ve başvurucu ile ilgisi olmayan Hükümet savunmalarını da karara aktarmıştır.
AİHM FETÖ/PDY İDDİALI DAVALARDA İHLALLERİ KİŞİSEL TUTMAYA ÖZEN GÖSTERMEKTE, YAPISAL İHLAL VERMEKTEN KAÇINMAKTADIR.
AİHM, Bu davalarda, özellikle kamu çalışanlarının davaları tam olarak ikinci dünya savaşı sonrası Doğu Almanya’da yürürlükteki kanunlar ile uygulamanın ne kadar farklı olduğuna ve idari pratiğin ciddi hak ihlalleri oluşturduğuna ilişkin Streletz Kessler ve Krenz davasının daha da ciddi bir versiyonu ile karşı karşıya olduğunu bilmesine rağmen, Devleti yapısal olarak sorumlu tutan yaklaşımlardan kaçınmaktadır. Oysa Sulh Ceza Hakimliklerinin kurulma süreci, siyasi iktidarın sulh ceza hakimlikleri bu işi bitirecek” söylemleri onun da öncesinde HSK’nın tamamen siyasi erk tarafından başkan dizaynı, Yargıda Birlik Platformunun kuruluşu ve faaliyetleri hepsi AİHM’in gözü önünde gerçekleşmiş dünya tarihinin gördüğü en ağır yargı bağımsızlığı ihlalleridir. AİHM bu ciddi ihlalleri görmezden gelirken aynı tarih aralığında yine Konsey üyesi bir Avrupa ülkesi olan Polonya’da Türkiye’deki ile kıyaslanamayacak bir yargı bağımsızlığı sorununu normal bir ticari dava hakkında adil yargılanma hakkı ihlali bulacak ölçüde ciddiye alabilmektedir. İlgili kararın adil yargılanma ihlali saydığı temel nokta incelendiğinde Türkiye’de yargının tamamen yürütme kontrolü altına alınması binlerce hâkim savcının terör iddiası ile tutuklanıp yargılanması karşısındaki durumu daha iyi anlaşılacaktır.
ADVANCE PHARMA SP. Z O.O V/POLONYA
Mevcut davada olduğu gibi, hâkimlerin atanması üzerindeki yasama ve yürütme yetkilerinin usulsüz etkisini ortaya koyan hâkimlerin atanmasına ilişkin bir usulün kendisi, 6 § 1 maddesiyle bağdaşmaz ve bu itibarla, bu şekilde atanan hâkimlerden oluşan bir mahkemenin işleyişi ve meşruiyetinden ödün verilmesi bütünü olumsuz yönde etkileyen temel bir usulsüzlük teşkil eder.
Bu nedenle, başvurucu şirketin davasına bakan üç hâkim de dahil olmak üzere yedi yargıcın Hukuk Dairesi’ne atanmasına ilişkin usuldeki ihlaller, Başvurucu şirketin “kanunla kurulmuş bir mahkeme” hakkının özünü zedeleyecek kadar ağırdı.
(c) “Kanunla kurulmuş mahkeme” hakkına ilişkin iddiaların ulusal mahkemeler tarafından etkili biçimde denetlenip denetlenmediği ve giderilip giderilmediği – NCJ’nin 330/2018 sayılı kararı, 6 Mayıs 2021 tarihinde bu kararı iptal eden bir hüküm kuracak olan Yüksek İdare Mahkemesinin yargısal denetimine tabi tutulmuştu. Ancak Polonya makamlarının ulusal hukuka açıkça aykırı biçimde yapılan eylemleri, bu yargısal incelemeyi anlamsız ve herhangi bir maksattan yoksun kılmıştı. Dahası, hükumetin tüketmeme itirazını, bu özel koşullarda atama usulüne uygulanan kurallara karşı çıkan bir anayasal şikâyet, yeterince gerçekçi başarı ihtimalinden yoksun bulunduğu için reddetme kararını dikkate alarak Mahkeme, başvurucu şirkete hiçbir giderim yolunun sunulmadığını tespit etmiştir.
Genel İtibariyle: Başvurucu şirketin davasını inceleyen Yüksek Mahkeme Hukuk Dairesinin oluşumu, “kanunla kurulmuş bir mahkeme” değildir.
18. MADDE İHLAL İDDİASI KARŞISINDAKİ TUTUM
Sözleşmede izin verilen sınırlandırmaların sözleşmenin amacı dışındaki bir niyetle uygulanmasını yasaklayan madde bu süreçte sadece Demirtaş hakkında uygulanmıştır. Bu konu hakkında Ahmet Hüsrev Altan kararındaki muhalefet şerhinde Yargıç Kuriş bu hususa dikkat çekmiş ve talep edildiği halde bu maddenin uygulanmadığı başvuruları gösteren bir liste yayınlamıştır. Buna göre 18. Maddeye ilişkin şu kararlar verilmiştir.
- Ahmet Hüsrev Altan v. Turkey (no.13252/17 ihlal yok)
- Şahin Alpay v. Turkey (no. 16538/17 ayrıca incelemeye gerek yok )
- Atilla Taş v. Turkey (no. 72/17) –incelemeye gerek yok )
- Mehmet Hasan Altan v. Turkey (no. 13237/17 ayrıca incelemeye gerek yok )
- Sabuncu and Others v. Turkey (no.23199/17- ihlal yok )
- Şık v. Turkey (no. 2) (no. 36493/17- ihlal yok)
AİHM Büyük Daire, Selahattin Demirtaş/Türkiye (No. 2) kararında ise; Sözleşme’nin 5. maddesiyle bağlantılı olarak 18. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM, ilk olarak başvurucunun tutukluluğunun “makul şüphe”ye dayanmadığını tespit etmiş, daha sonra, makul şüphenin yokluğunda, Sözleşme’nin 18. maddesi doğrultusunda tespit edilebilir bir baskın amacın olup olmadığını incelemiştir. AİHM, bir siyasetçi olan başvurucu hakkında savcılıklar tarafından düzenlenip Meclis’e gönderilen fezlekeler olduğunu, ancak iktidar partisinin 2002 yılından beri Meclis’te ilk kez çoğunluğu kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimlerine kadar bu konuda hiçbir önlem alınmadığını, Cumhurbaşkanı ve iktidar partisi arasında siyasi bir gerilim başlayana kadar başvurucunun özgürlüğünden alıkonulma riskiyle karşı karşıya kalmadığını, ancak “çözüm süreci”nin sona ermesinin ve Cumhurbaşkanı’nın, örneğin 28 Temmuz 2015’te “HDP liderleri bedelini ödeyecek” şeklindeki açıklamalarının ardından, başvurucu hakkında soruşturmaların sayısı ve hızının artmaya başladığını not etmiştir. Mahkeme buna ek olarak, başvurucunun tutuklanmasının ve tutukluluğunun devam ettirilmesinin zamanlamasına da dikkat çekmiş, başvurucunun 16 Nisan 2017 tarihli referandum ve 24 Haziran 2018 tarihli cumhurbaşkanlığı seçimi olmak üzere, iki kritik seçim kampanyası sırasında özgürlüğünden yoksun kılındığını kaydetmiştir. Mahkeme, başvurucunun ikinci kez tutuklanmasının koşullarına da değinmiştir. Başvurucu, 2014 yılında 6-8 Ekim 2014 olaylarıyla ilgili başlatılan ayrı bir soruşturma kapsamında 20 Eylül 2019 tarihinde ikinci kez tutuklanmıştır. Bir gün sonra Cumhurbaşkanı basına açıklama yaparak, başvurucuyu 53 insanın “katili” olmakla suçlamış, ayrıca, süreci takip ettiğini ve iki eş genel başkanı “bırakmayacaklarını” söylemiştir. Bu bağlamda, başvurucunun yeniden tutuklanmasının görünür amacı, 6-8 Ekim 2014 tarihli olayların araştırılmasıdır. Ancak AİHM, yerel makamların başvurucunun beş yıl önce, 6-8 Ekim 2014 tarihlerinde iddia edilen suçları işlediği şüphesiyle ilgileniyor görünmedikleri, onun yerine başvurucuyu cezaevinde tutarak siyasi faaliyetlerde bulunmasını engelledikleri düşüncesindedir. AİHM, bunlara ek olarak, Venedik Komisyonu’nun Türkiye’deki yargı sisteminin bağımsızlığına ve özellikle Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’na ilişkin tespitlerinin, 18. madde kapsamında yapacağı incelemeyi ayrıca ilgilendirdiğini belirterek, yargının bağımsızlığına yönelik tehditlerin mahkeme kararlarının etki altında kalabileceği bir ortam oluşturduğuna dikkat çekmiştir. Bu bilgiler doğrultusunda AİHM, özellikle referandum ve cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin iki kritik seçim kampanyası sırasında başvurucunun tutuklu olmasının, çoğulculuğu bastırma ve demokratik toplum kavramının özünde yer alan siyasi tartışma özgürlüğünü sınırlama yönünde ağır basan bir amaç izlediğinin, her türlü makul şüphenin ötesinde tespit edildiği kanaatindedir. Bu sebeple, Sözleşme’nin 5. maddesiyle bağlantılı olarak 18. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir.
AİHM, Türkiye aleyhine 18. maddeden ihlal kararı verdiği Osman Kavala kararında; Kavala’nın tutuklanmasının makul bir şüpheye dayanmadığı, tutuklamanın yerel hukukta cezai hale getirilecek eylemler üzerine alınmadığı, suçlamaya konu edilen eylemlerin büyük oranda, Sözleşme’de korunan hakların kullanımı olarak değerlendirileceği, tutukluluğa temel teşkil eden olaylar ile tutuklama kararı verilmesi arasında uzun yıllar bulunduğu, Cumhurbaşkanı’nın 21 Kasım ve 3 Aralık 2018’de yaptığı ve başvurucunun isminin açıkça geçtiği iki konuşma sonrasında başvurucuya söz konusu suç isnatlarının yapılmasının (hedef gösterilmesinin) önemli olduğu, bu iki konuşma sırasında başvurucunun açıkça suçlanması olgusu ile, söz konusu konuşmalardan üç ay sonra düzenlenen iddianamede geçen suç isnatlarının lafzı arasında açık bir bağlantı bulunduğu tespit edilerek; işbu davada şikâyete konu olan tedbirlerin makul şüphenin ötesinde gizli bir amaç taşıdığı, bu durumun 18. maddeye aykırılık teşkil ettiği, söz konusu gizli amacın başvurucunun sesini kısmak olduğu sonucuna varmıştır. Mahkeme ek olarak, başvurucuya uygulanan tedbirlerin ülkedeki insan hakları savunucularının faaliyetleri üzerinde caydırıcı etki oluşturabileceği kanaatindedir. Başvurucunun özgürlüğü üzerinde yapılan kısıtlama, Sözleşme’nin 5/1-c maddesinde öngörülen, başvurucunun bir suç işlediği yönündeki makul şüphe temelinde kendisini yetkili adli merci önüne çıkarma amacından başka amaçlar taşımaktadır. Bu nedenlerle, Sözleşme’nin 18. maddesinin Sözleşme’nin 5/1–c maddesiyle bağlantılı olarak ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Türkiye kararları dışında da AİHM bu maddeden ihlal bulma konusunda cömerttir. Örneğin AİHM Büyük Daire, Navalnyy/Rusya kararında, özgürlük ve güvenlik hakkı (AİHS m.5), toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü (AİHS m.11) ve sınırlama politik amaç taşıdığı için AİHS m.18’in ihlal edildiğine karar vermiştir. Başvurucu Aleksey Navalnyy, ünlü bir Rus politik aktivist, muhalif lider, yolsuzluk karşıtı kampanya önderi ve blog yazarıdır. Başvurucu Navalnyy, 2012-2014 arası farklı kamusal eylemler sırasında 7 kez yakalanmıştır. AİHM, Navalnyy’nin 7 defa yakalanması ve 2 kez gözaltına alınması sebebiyle 5. maddenin ihlal edildiği kararına varmıştır. Aynı karara göre; toplantı ve gösteri yürüyüşünün engellenmesine yönelik müdahalenin makul görülebilmesi için, müdahalenin özellikle, suç işlenmesinin önlenmesi ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması gibi “meşru bir amaç” taşıması gerekmektedir. Fakat 5. ve 6. yakalamalar bahsedilen amaçtan yoksundur. AİHM, barışçıl gösterilere karşı izinsiz dahi olsalar belirli bir tolerans gösterilmesi, cezai yaptırımların barışçıl gösterilere katılan kişilere karşı uygulanmaması gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme 18. madde ile ilgili şikâyette özellikle meşru amaçtan yoksun 5. ve 6. yakalamaları dikkate almıştır. Mahkemeye göre kısa bir zaman diliminde gerçekleşen yakalamalarda polis başvurucuyu özellikle hedef almıştır. Mahkeme, yetkililerin başvurucuya karşı gittikçe artarak katılaşmasının ve başvurucunun hedef hale gelmesinin, muhalefeti baskı altında tutmak için devam eden genel trend ile uyumlu olduğunu belirtmiştir. Mahkemeye göre bu kısıtlamalar yalnızca başvurucuyu değil, muhalif aktivistleri ve destekçileri de etkilemekte ve en önemlisi toplum örgütlenmesinin özünü oluşturan demokrasiye hasar vermektedir. Mahkeme, 5. ve 6. yakalamaların gizli bir amaç güttüğünü, söz konusu amacın “hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı demokratik bir siyasal rejimin parçası olan politik çoğulculuk ortamını baskı altına alma” olduğunu tespit etmiştir. Bu sebeplerden ötürü AİHM, 5. ve 11. madde beraberinde 18. maddenin de ihlal edildiğine karar vermiştir.
Navalnyy/Rusya (No. 2) kararında, başvurucunun internet kullanımına, iletişim ve haberleşme hakkına yönelik sınırlandırmalarla birlikte ev hapsinde tutulmasındaki amacın başvurucunun eylem organize etmek ve eylemlere katılmak dahil, toplumsal faaliyetlerini azaltmak olduğuna, Sözleşme’nin 5. maddesiyle bağlantılı olarak 18. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir.
Oysa örneğin hem bir gazeteci hem de önceki dönemlerde Ak parti milletvekili olan İlhan İşbilen tarafından yapılan tüm AİHM başvuruları ağır hastalık nedeniyle ihtiyati tedbir başvurusu dahil red ile sonuçlanmış halen salt haksız tutukluluğa ilişkin Yağcı ve 245 Diğer/Türkiye başvurusu kapsamında kendine yer bulabilmiştir.
ADİL TATMİN KARARLARININ FARKLILIĞI YÖNÜNDEN
Her ne kadar adil tatmin kapsamında verilen kararlar tek başına ihlalin ciddiyeti anlamında bir ölçü olmasa bile bir gösterge olarak ele alınabilir. Bu bağlamda özellikle “FETÖ/PDY” soruşturma ve kovuşturma süreçleri kapsamında verilen ihlal kararlarında, Altan 16000 Avro Manevi tazminat , Ilıcak 16000 Avro Manevi tazminat , Alpay 21.500 Avro Manevi tazminat, kararlarındaki tazminat miktarları ile örneğin Alpaslan Altan 10.000 avro manevi tazminat , Hakan baş (6000 avro manevi tazminat- 4000 avro yargılama masrafı) kararları arasında ciddi bir fark bulunmaktadır. Bu konuda AİHM’in tamamen havlu attığı karar ise hakim ve savcılardan oluşan bir grup hakkında verdiği Turan ve Diğerleri (5000 avro tüm maddi – manevi ve yargılama masrafları taleplerinin toplamı) kararıdır.
Bu başlık altındaki bir diğer tezat ise daha önce ifade ettiğimiz gibi gazeteci veya başka bir sebeple tanınan yada uluslararası anlamda konum sahibi biri olduğunda yaklaşımın da farklılaşmasıdır. Bunun örneklerinden biri son günlerde verilen Uluslararası af örgütü başkanı Taner Kılıç hakkında verilen ihlal kararıdır. Bu kararda Kılıç’ın sadece bir avukatlık ofisinde küçük ortak olarak çalışması maddi tazminat talebi ile tutukluluk arasında illiyet bağı kurulması için yeterli sayılırken Anayasa Mahkemesi başkan yardımcısı ve üyesi ve yüzlerce hâkim savcı hakkında bu bağ kurulamamıştır. Kararın ilgili paragrafında bu durum şöyle ifade edilmiştir:
- Mevcut davada Mahkeme, Sözleşme’nin ihlal edildiğine ilişkin bulguların esas olarak başvuranın tutukluluk halinin uzatılmasına karar veren ve tutukluluğunun uzatılmasına ilişkin kararlardan kaynaklandığı sonucuna vardığını hatırlatır. Bu nedenle, ilgili kişinin haksız yere tutuklanması ile iddia edilen gelir kaybı arasında nedensel bir bağlantı vardır.
Mahkeme ayrıca, Hükümet’in başvuran tarafından sağlanan maaş bordrolarının gerçekliğine itiraz etmediğini, ancak genellikle bu başlık altında talep edilen miktara itiraz ederek nedensel bir bağlantının varlığına itiraz ettiğini kaydeder. Ayrıca başvurucunun bir firmada asgari aylık maaşla avukat olarak çalıştığı da tartışılmaz. Bu nedenle AİHM, başvuranın haksız yere tutuklu kalmasının bir sonucu olarak mutlaka zarar gördüğünü düşünmektedir (bkz. gerekli değişiklikler yapılarak, Assanidze / Georgia [BD], no. 71503/01, § 200, AİHM 2004-II). Sonuç olarak, başvurana maddi tazminat olarak 8.500 Euro ödenmesine karar verir.
Bu farklılıklar Mahkeme içinde dahi hissedilmekte olduğundan bu konudaki en vicdanlı çıkış Yargıç Kuriş tarafından Turan ve Diğerleri kararındaki muhalefet şerhinde yapılmıştır.
Yargıç Kuriş ayrıca diğer başvuru maddeleri hakkında karar vermemenin Türkiye’nin bu konularda AİHM önüne daha fazla ihlal gelmeden iç hukukta veya uygulamada önlem alma şansını da elinden aldığını ifade etmektedir. 15 Temmuz sonrası yapılan başvurular Yargıç Kuriş tarafından “tsunami” olarak ifade edilmiştir. Yargıç Kuriş, özellikle kararın ifade tarzı açısından “diğer ihlalleri incelemeye gerek görmemiştir” ifadesinin diğer ihlallerin esaslı ihlaller olmadığı algısına neden olduğunu bunun ise doğru bir tespit olmadığını belirtir. Özellikle bir cümlesi bu kararın neden olduğu temel hayal kırıklığını özetler niteliktedir:
“Bazılarının, çok fazla başvurucunun şikayetlerinin incelenmesinin reddedildiği bu kararı, Mahkeme’yi sular altında bırakabileceğinden, bir üye Devletin Sözleşme’yi kitlesel olarak ihlal ederek sorumluluktan kaçabileceğinin bir işareti olarak okuma riski vardır. Bu durumda o Devlete karşı, baş edilemez hale gelecek kadar şikâyette bulunulur ve mahkeme bu başvuruları incelememeye karar verir. Dürüst olmak gerekirse: Bu yaklaşımın mesajı şudur bir rejim haydut olmaya karar verirse, bunu büyük bir şekilde yapmalıdır. Ve eğer “büyük yaparak” sorumluluktan kaçılabilirseniz, neden denemeyesiniz? (P. 38)”
Ayrıca bu karardaki duruma daha önce Hakan Baş kararında dosya içeriğine ulaşamama ve sulh ceza hakimleri hakkında şikayetlerin yerinde görülmemesine de itiraz etmeyerek sebep olanlardan biri olarak sorumluluğu kabul etmekte her ne kadar bunu bu kararda ifade etmenin hukuki bir sonucu olmayacak ise de kendisi için vicdani bir rahatlama olduğunu ifade etmektedir.
Mahkeme bu kararda kendi iş yükünden kaynaklı usulü öncelikleri ile Evrensel İnsan Hakları arasında bir seçim yapmıştır. Bu yaklaşım hem tüm şikayetlerin ele alınmaması noktasında hem de hükmolunan ve resmi adı adil tatmin “just satisfaciton” olan tazminat miktarı için geçerlidir. Bu haliyle sonuç ne “adil” ne de “tatmin edici” olabilmiştir.
“Kabul ediyorum ki bugün olsa TURAN VE DİĞERLERİ / TÜRKİYE kararında da yer alan bazı şikayetleri daha farklı değerlendirirdim. Özellikle Sn. Baş’ın Madde 5 § 4 kapsamındaki soruşturma dosyasına erişiminin kısıtlanması ve sulh yargıçlarının bağımsız ve tarafsız olmadığı iddiasıyla ilgili şikayetlerini. Tabii ki, bu iş işten geçtikten sonra yapılan bir itiraf oldu, ama yine de biraz rahatlama sağlıyor. (Turan ve Diğerleri Kararı Yargıç Kuriş’in ayrık görüşü p. 44)
Yukarıda örneklendirmeye çalışıldığı üzere, İkinci Dünya savaşı acıları ve o süreçte yaşanan hak ihlallerine ilişkin hatıraları halen taze olan bu kadim kıtanın İnsan Hakları Mahkemesi’nin benimsediği, üzülerek ifade edilmelidir ki, “bizim değer verdiklerimizi bırak gerisi senin olsun” politikaları kesinlikle misyonu ile uyuşan bir yaklaşım değildir.